Saadet'in Internet Dünyası

Wednesday, May 28, 2008

SANA BİR KUTU DOLUSU DUA GÖNDERİYORUM




Bu gün 28 Mayıs


Tam üç ay oldu sen gideli....


Bir kutu dolusu ,dua gönderiyorum sana,sevgiyle süslenmiş.


Çöz kurdeleyi ve kaldır yavaşça kutunun kapağını.Bildiğim tüm duaları koydum,sevgimi koydum,kalbimi koydum kutuya.Bir cennet resmi yapıp içine gir diye......


Güneşin batışında,billur suyun sesinde,kırmızı geinciklerin saflığında,taze ekmeğin kokusunda,bir gülümsemenin sıcaklığına sığdırdım dualarımı kutuya....Ruhun aç kalmasın diye.


Sevdiğimi sana söylesin diye ,meleklere hergün yakarıyorum.Benim dışıma çıksın,sana ulaşsın diye....Sana o kadar çok dua ediyorum ki,tüm dualarım sana gelsin,seni kucaklasın diye....




Tuesday, May 27, 2008

_____DÜN TARİH OLDU________YARIN BİR SIR



Eski Sisam krallarından Ancee adında bir zalim, yeni yaptırdığı bir
bağa üzüm kütükleri diktiriyormuş. İslerin bir an önce bitmesini
sağlamak için de kölelerini hiç dinlenmeden çalıştırıyormuş. O
zavallı kölelerden biri, bir gün pek bitkin düştüğü için
dayanamaz ve zalim krala:

- Niçin bu kadar acele ediyorsunuz efendim? Siz bu bağın
üzümlerinden yapılacak şarabi hiç bir zaman içemeyeceksiniz ki!
Deyivermiş.

Kral biraz kızmışsa da sesini çıkarmamış. Nihayet gün gelip üzümler
yetiştikten sonra, kral köleler de dahil herkesin hemen toplanmasını
emretmiş. Bir müddet sonra da o bağın üzümlerinden yapılmış şaraptan
bir bardak getirilmesini emretmiş. Daha önce kehanet gösterisinde
bulunan köleyi de huzuruna çağırtmış.

Şarap bardağını eline alarak:
Söyle bakayım, benim bu şaraptan hiç bir zaman
içemeyeceğimi tekrar iddia edebilir misin? diye sormuş. Köle söyle
cevap vermiş:

- Belli olmaz efendim. İçebileceğinizi söyleyemem. Çünkü
dudak ile bardak arasındaki mesafe çok uzundur. O arada başınıza neler
gelebileceğini de bilemem! Köle sözlerini bitirir bitirmez, içeri
kralın adamlarından biri girmiş. Bir yaban domuzunun bahçeye girdiğini
ve asmaları kırıp döktüğünü söylemiş.

Kral elindeki bardaktan bir damla dahi içmeden hemen dışarı fırlamış.
Bahçede domuzun bulunduğu yere koşmuş.Kral ve domuz arasında
öldüresiye bir mücadele başlamış. Sonunda yaban domuzu mızrak gibi
azı dişleriyle, Sisam kralının karnını yarıp ölümüne sebep olmuş.
Kral bostanda, bardak masada kalmış..

Su söz bu olayı güzel bir şekilde ifade ediyor:

"Nasip ise gelir Hint'ten Yemen'den, Nasip değil ise ne gelir elden?"
Sevgiyle kalın...

Kalbinize yakın bulduklarınızı çantada keklik sanmayın.
Sıkıca asılın onlara, tıpkı hayata asıldığınız gibi... Çünkü
onlarsız hayat da anlamsızdır.Hayatınızı asla aşka kapatmayın.

Hayatı çok hızlı koşmayın, nereden geldiğinizi ve nereye gittiğinizi unutmayın.
Hayatın bir yarış değil, her saniyesinin tadı çıkarılması gereken
güzel bir yolculuk olduğunu aklınızdan çıkarmayın.
Dün tarih oldu... Yarın bir sır... Bugünün kıymetini bilin.

Can DÜNDAR
Oymalıtepe'netten alıntı....



Thursday, May 22, 2008


Wednesday, May 21, 2008

HEY GİDİ GÜNLER HEY




HEY GİDİ GÜNLER HEY !....


HER GÜZELLİK GİBİ BUDA BİTTİ.RESİMLER SADECE GÜZEL BİR HATIRA OLARAK KALDI.



DÜNYADA ZOR OLANDAN BİRİDE RESİMLERLE VE ANILARLA YAŞAMAK OLSA GEREK.BANA VE ÇOCUKLARIMA YAŞATTIĞIN MUTLULUKLAR İÇİN ÇOK ÇOK TEŞEKKÜRLER.DUALARIMDA ,KALBİMDE HER ZAMAN SENİNLE.



SENİ ÇOK ÖZLEDİM SEVDİĞİM.MEKANIN CENNET ,KABRİN NUR OLSUN.......







Monday, May 19, 2008

--------BABA OĞLUNA KAVUŞTU------------



Bu nasıl dünyadır anlamadım.İnsanoğlunun dünü var ,bugünü yok.Bilmem bilmem bu ölüm nedir

Derdimin gamımın ortağı sendin.Derdin bana gelsin derken,dert eklendi hüzün eklendi.

Bu nasıl dünyadır dünya,''ölüm hakikat,hayatı hayatı rüya''

Oğlumuzla kucaklaştın sonsuza kadar.O hasret giderdi biz hasret kaldık.Ben Esrayı,Bedrettini kucaklarken,sen Samedimi kucakladın.

Bir anda yok oldunuz,hayal gibi....Şimdi düşünürüm sizden ne kaldı?Gönlümde hatıralar,çerçevede resimler,evimizde sessizlik.....



Samet'im oğlum,Ahmet'im sevgili eşim mekanınız cennet olsun..


_________BU AN___________


Bu an
Belki ki gözlerim dolu dolu olmuş
Mahsun mahsun bakıyorum
Gelmedi diyorum senin için
Kan ağlıyor yüreğim
Arada bir yumruk sallıyorum
Tenha karanlığa
Gök gürültüsü başlıyor duygularımda
Bakışlarım fırlıyor sensiz yollara
Fırtına kopuyor ansızın
Kuduruyor denizler
Vuruyor sensiz rıhtımlara
Olmuyor olmuyor
Gelmedin diye ağlamaktayım
Kanter içinde kalıyorum durduk yere.
Sensiz gecelerde...
Bu an seni düşünüyorum
Mahsun mahsun köşemde..
Suskun,
Gözlerim dolu dolu ağlamaktayım
Avuçlarımda ellerini arayıp
Üşüdükçe sıcağında kalıyor,
Başka düşlere dalmayıp,
Bellki de hep seni düşünüyorum
Seni sevdiğimi
Yüreğimde hissediyorum....



Mekanın cennet olsun sevdiğim....

----BU SABAH GÜNEŞİ GÖRDÜM--------


Bu sabah güneşi gördüm sevdiğim.O doğdu ben ağladım,hem yandım hem ağladım.Ben güneşede doyamadım ,sanada doyamadım sediğim.İçimdeki acı hala dinmedi.İki gözüm iki çeşme.En sensiz halimle hala ağlıyorum sevdğim.Avutamıyor senin yokluğunun acısını hiç bir söz.


Bak bugün 19 mayıs.Tam 82 gün oldu.


Güneşe hasret kalmak nedir bilirmisin.Gözyaşlarıyla içilen sigaranın nasıl ciğerine işlediğini insanın.


Nasıl anlatayım ki derdimi?Anlatsam anlayabilirler mi?Peki onların sevdikleri hiç gittilermi sonsuz yolculuğa.Karalar giydiler mi hiç.


Ağlıyorum,senin şevkatını,sevgini istiyor gönlüm.Tesellini istiyor içimde ben.


Bak....


Bak yine sabah oldu.Kaç kişi güneşi görünce ağlar sevdiğim.Ben ağlıyorum.Hasretim güneşe,hasretim ellerine,hasretim ellerinin sıcaklığına,hasretim sevgine,hasretim şevkatine. Gelde göz yaşalrımı sil sevdiğim.Bas bağrına huzura ersin ruhum.İçimdeki beni ağlatma sevdiğim...


Mekanın cennet,Kabrin nur olsun ,SEVDİĞİM

--------ULU BİR ÇINAR OLSAM----------



Yine yazıyorum sana aynı yerden,bilmem gecenin saat kaçı....
İçim yanarak,gözümden damla damla yaş süzülerek.
Bu gün yine geldim kabrinin başına .Yavaş yavaş adımlarımı toprağa basarken,incitmekten korktum seni sevdiğim.Usulca oturdum kabrinin başına,usulca okşadım toprağını.Sana olan sevgimle ,gözlerimden akan yaşlarla,kalbimin tüm duygusallığıyla ,bildiğim tüm duaları okudum.
Tüm yaşadıklarımız.anılarımda canlandı.Yığıldı yanı başıma her anı...
Acımı paylaştım sevdiğim seninle.Ben kabrinin başına her geldiğimde,anılarımızla yolculuk yapıyorum,gözlerimden akan yaşlarla...


Sensiz günler çok zor geçiyor sevdiğim.Adına gül diktim ,soldu hep gülüm,senden sonra hayatım kördüğüm.Öylesine dertteyim ki!..aktarabilsem içimdekileri.Hüznüm elvan elvan olmuş söyleyemiyorum,paylaşamıyorum.Acılarım yüreğimi öyle kanatıyor ki,korkuyorum akacak dışarı...Durduramıyorum ki....


Ulu bir çınar olsam,kabrine gölge olsam,dallarımla okşasam toprağını,ılık ılık essem üzerine.


Yıldız olsam,aydınlatsam her gece ,çiçek olsam koku sarsam kabrine..


Heyhat!....


Unuttum gülleri bülbülleri.Gönül bahçemsolmuş,kırılmış ,dökülmüş.Varlıkla yokluk arasında kayboldum..




Mekanın cennet,kabrin nur olsun sevdiğim güzel insanAHMET ÖZAKYÜZ


Thursday, May 08, 2008

SİGARANIN FAYDALARI

Sigaranın faydaları bulundu
Türkiye'de İlk Defa Sigaranın Faydaları BizdeSigara içeni köpek ısırmazÇünkü yanında baston taşırEvine hırsız girmezÇünkü sabahlara kadar öksürürÜzerine sinek konmazÇünkü buram buram nikotin kokarFazla yorulmazÇünkü yorulunca tıkanacağını bilirYürümek için zorlanmazÇünkü tekerlekli iskemlede gezdirilirİhtiyarlamazÇünkü genç yaslarda ölmüşlerine kavuşurSigara içenlerin ayrıca:Yüzlerine renk gelirÇünkü dişleri ve bıyıkları sapsarı olurVücutları bir kus gibi hafiflerÇünkü ileri donemdeki dolaşım bozukluğundan ötürü önce parmakları,sonra da el ve ayakları kesilir

ALINTI

Tuesday, May 06, 2008

___________SEVGİ_________________



SEVGİ


Hayatta insana verilen en güzel hediyedir sevgi. Sevgiyi Özümsemek Aşkı getirir insana, sevgi zahmetli bir iştir. Zamanı kaybetmeyi göze almaktır. Karşılık beklememektir. Sevgi yıllara meydan okumaktır. Belki kazanmayı düşünmeden yenilmeyi göze almaktır. Beklentisiz olmak lazımdır.


Sevgi bir Ağaçtır Önce Güzel bir tohum bulursun. Her kötü şarta meydan okumuş büyümeyi bekleyen. Ondan sonra çok ama çok güzel bir toprak seçmelisin ki sevgiye istediği her suyu, tuzu besini versin. Ondan sonra onu özenle saygıyla toprağa ekmelisin korkmadan, fidan olduğunda daha da bir özen göstermelisin çünkü daha işin başında zorluklar seni beklemektedir. Rüzgarlar kıskanır bu fidanı çünkü her büyüyen ağaç rüzgarın önünü kesmektedir. Rüzgarlar sert eser fidanın üstüne, onu kırmak daha ağaç olmadan yok etmek isterler. Göğüs germelisin karşılık beklemeden. Sert kışlar gelir, bunlar öyle uzun sürer ki, güneşe hasret kalırsın. Unutma, toprağı iyi olan fidan hiçbir zaman kurumaz.


Tohumun için en önemli olan senin umudundur. Yoksa bu mücadeleyi nerden bulur tohumun. Ondan emeğini, özverini ama özellikle sevgini sakın esirgeme karşılık beklemeden ver ona bunları.


Beklentiler her zaman kuşkuları beraberinde getirir. Beklentiler hırsı onun yanında tutkuyu getirir. Menfaat doğar, düşüncede sahiplenmeler başlar, sebepsiz yere saygı yok olur. Sonra sevgin acı verir. Özgürlükleri kısıtlar.


Kendini özgür hissetmeyen tohum cılız bir ağaç olur. Cılız ağaçlar ise çok hafif rüzgarlarda kırılır gider. Fidanı koruyabilirsin ama bir ağacı rüzgarda koruyamazsın. Zamanı fidanın karşısında düşünmemelisin. Çünkü zaman sen düşündüğün zaman lehine işlemez.


Bak göreceksin bu fidanı istemeyenler yanında ne kadar onu isteyenlerin olduğunu zamanla anlarsın.


Ağaç emeğinin karşılığını verecek sana. Gür ve güçlü olacak rüzgarların. Seni savurmak istediğinde onun gövdesine sığınacaksın. Güneş seni bunalttığında gölgesinde serinleyeceksin. Güzelliklere ihtiyacın olduğunda sana istediğin güzellikleri karşılık beklemeden sunacak. Çünkü sen ona karşılıksız verdin özverini. O senin bir parçan, sende onun bir parçası olacaksın.


Ama Yolun başında zamanın akmasını izlerken kaybetmeyi göze alacaksın büyük bir vefa ile....


Acele etmeyeceksin bu meyveyi dalından koparmak için. Zaten o senin için o dalda hayat bulmuş. Olgunlaşmasını bekleyeceksin onu. Sana ğğacın vermesini bekleyeceksin büyük bir heyecan ve mutlulukla. Bu öyle bir tat olacak ki, daha önce hiç tatmadığın hayatın anlamını öğreneceksin. Ruhun özgür kalacak. Hayatta verdiğin mücadeleyi kazanacaksın bu meyvayı yediğinde. Zaten meyve senden sabırsız büyük bir emekle olgunlaşacak. O zaman dostlarını göreceksin etrafında. Toprak, güneş meyvanın olgunlaşması için hep birlikte karşılık beklemeden çalışacaklar. Bu sefer meyve için olacak mücadele. Zamanın ne kadar aciz kaldığını göreceksin senin karşında. Bir bakacaksın ki en büyük korku olarak gördüğün zaman senin en yakın dostun olacak. Kimsenin meyveyi anlamadığı zamanlarda o meyveyi anlayacak. İkinize de ihtiyacınız olan saygı ve anlayışı gösterecek. Bu sefer zaman ikinizin mutluluğu için atacak.


Tadını doya doya yaşacaksın. Sevginin Meyvasının en sonunda AŞK olduğunu anlayacaksın.


Aşk = Mücadeledir. Hemde hayattaki en büyük ve en zor mücadele. Hayatta yapılan en zor savaş aşk için olanıdır. Aşk insanın özgür olması demektir.


Meyvenin güzel ve tadının ebedi olması sizin vereceğiniz mücadeleye bağlı. Kimi meyveler çürük, kimileri ham, kimileri de tohumsuz olacaktır. Bu meyvelerin ne durumda olacağı sadece sizin ne kadar onu istediğinizi bağlı.


EMEK ve MÜCADELEDE ZAMANI DÜŞÜNMEMELİ ve KARŞILIKSIZ OLMALI.........



__________CANIM ANAM______________

ANNELER GÜNÜ HIKAYESI YARISMASININ 1.'SINE AIT...

Bana anlatilanlardan ve senin anlattiklarindan aklimda kalan; senin 13 yasinda bir çocuk iken 30 yaslarinda iki esi olan bir adam tarafindan zorla üçüncü es olarak alindigin, daha ilk günden baslayarak kumalarin birisi tarafindan istenmedigin, sürekli siddete maruz kalip kötü olaylar yasadigin.

Birgün ikinci karisiyla gizli gizli konusan ileride benimde babam olacak bu adamin, seni sirf çocuk dogurasin diye aldigini ögrenmissin. Bunun üzerine, o zaman 2 yasinda olan agabeyimi bir odaya almis, kapiyi kilitleyip pencereden babama çocugu öldürecegini haykirmissin. Sonra babam kapiyi kirip seni durdurmus. Durdurmasa da sen çocuguna kiyamazdin zaten.

Senin anlattiklarindan hatirladigim; II. Dünya savasindaki açlik ! yillarinda yamalikli olan tek elbiseni, geceleri yikayip kurutup ertesi sabah tekrar giydigin, çocuklarini çogu gece yari aç yataga soktugun.

Kusursuz 12 dogum yapmissin. Kardeslerimden iki tanesi ben dogmadan ölmüs, digerinin ölümünü ben de hatirliyorum. Küçük kiz kardesim 3 yasindaydi ve bir kis gecesi hastalanmisti. Günlerce basinda nöbet tuttun. Doktor, ilaç, hiçbirsey yoktu. Kar metrelerce yagmisti ve kasaba çok uzakti. Bir sabah kardesimin cansiz bedenine bakarak agliyordun.

Benim seninle ilgili o kadar çok anim var ki; ama nedense, hep seni aglarken hatirliyorum. Mezarliga giden kalabaligin arasinda seni sesli sesli aglarken gördügüm tablo hep aklimda. Yillar sonra o törenin babama yapilan son yolculuk töreni oldugunu anladim.

Aski sevgiyi hiç tanimadan, sirf çocuk dogursun diye çocuk yasta seni söküp alan bu adamin ardindan niye böylesine agliyordun? Onca çocukla yapayalniz kalmistin, talihsizligine, çaresizligine, yani kaderine agliyordun. Sonra agabeylerim çalismak ve okumak üzere uzak sehirlere gitmislerdi, evlenmeyen ablalarimla en küçük oglun olan ben, köyde kalmistik. Bize süt veren tek inegimizin dogumda öldügü gün sag olarak kurtulan küçük yavruyu eline almistin, yine agliyordun.

Hatirliyor musun, alti yaslarindayken çok agir hasta olmustum. Iyilesemeyip agirlastigimi görünce günler sonra yagan onca kar ve yagmakta olan kara tipiye karsin beni kasabaya götürmeye karar vermistin. Diger kardeslerim gibi ölme ihtimalim seni buna zorlamis olmali. Kuru çay coskun aktigi için saatlerce kasabaya ters istikametteki köprüye yürümüstük. En çok aç kurtlarin saldirisindan korkuyorduk. Karli dag yamaçlarindan uçurumlara yuvarlanmadan geçmistik. Beni bazen sirtinda, bazen yürüterek kasabaya götürmüstün. Yetmis belki seksen köyü olan kasabanin tek doktorununda görevini birakip gittigini ögrendiginde, basimi dizine koyup yine piril piril gözyaslarini dökmüstün.

Seninle ögrendim ben sabri anam, sen! inle. Malatya'da okuyan agabeylerime götürmek için derelerden, daglardan topladigimiz odunlari, Sivas-Malatya karayolunun kenarina yigmis, iki gün iki gece bizi yükümüzle birlikte alacak vicdan sahibi bir kamyon beklemistik. Dere yatagina, degirmen önüne fasulye dikmistik, zamansiz gelen sel, bendimizi yikmisti, paramiz ve yeniden yapacak imkânimiz yoktu sadece elli santim asagidan geçen suyu tarlaya çevirememistik.

Yillar geçti, su ile ugrasan yüksek mühendis oldum. Yüzlerce metreye basan pompalar seçiyorum, kuruyorum, çalistiriyorum. Ama rüyalarim da sik sik gördügüm tarlamiza seçtigim hiçbir pompa çalismiyor, çalistiramiyorum. Ter içinde uyaniyorum. Senin fasulyeler kururken akan gözyaslarin, rüyamda da onlari sulamaya yetmiyor annecigim.

Uzun soguk kis gecelerinde kar çok yagdigi zaman geceleri bizi kaldirir, toprak damin üzerindeki karlari sürgülerle asagi iterdik. Geceleri kar yagmasin diye dua ederdik. Bazen gücümüzü asacak kalinliga erisen kar, he! pimizi perisan ederdi. Uzun kis gecelerinde bir tek isitilan odada elektriksiz, radyosuz, televizyonsuz sadece kurt masallariyla gündüz ve gecelerimiz geçerdi.

Kilim dokumak için evin içine gerdigin ipler yüzünden kapi kapanmaz çogu gece üsürdük. Ama katlanirdik, bilirdik ki kilim satilinca alinacak üç bes kurus agabeylerimin ev kirasi olacak.

Sonra Ankara'ya büyük bir sehire gittik. Nasir tutmus, kazma tutmus, sapan tutmus, balta tutmus ellerin bu seferde yapma çiçekle tanismisti. Ablam ve senin gayretinle çiçek yapip satiyorduk. Sonra yillar yillari kovaladi, yine bir sürü çilemiz vardi. Istanbul'da mastir yapiyordum; delik ayakkabilarimi sabah keserek cebime koydugum kartonlarla, üsüyen bedenimi de ablamin ördügü kazaklarla kapatmaya çalisiyordum.

Bir gece agzimdan kan bosaldigini hatirliyorum. Hastanede gözümü açtigimda yine bas ucumdaydin hem dua ediyor, hem agliyordun. Bakkaldan mi komsudan mi borç alip bir bilet bulup yine bas! ucumda dikilmistin. Ve anacigim Izmir 9 Eylül Üniversitesi koridorlarinda doktorun birisinin agzindan dökülen sözcükler aglama ve hiçkirma sirasini bana devretmisti.

Doktor "Annen kan kanseri" diyordu. Sana bunu söyleyemedik, ilaçlar seni soldurdu, saçlarini döktü. Tüm çocuklarin etrafinda pervane oldu. Kizlarinin inanilmaz çabasiyla iki yil azrail ile mücadele ettin. Tam huzuru, rahati bulmustun ama Tanri'nin takdiri bu aciyida yasatti sana. Sonra huzur içinde günlerini geçir diye, rüyalarinda bile sayikladigin, ilk defa bunca zaman ayri kaldigin köyüne bir ambulansla yolladim seni. Yine mücadeleyi birakmadin, yasama gayretin seni biraz canlandirdi ve köyden daha saglikli olarak döndün kislarini geçirdigin Ankara'ya.

Kimbilir? Simdi Brezilya dizisindeki Marimar'i mi seyrediyorsun, yoksa Doktor'a mi gidiyorsun ?

Bazen merak ediyorum kanser oldugunu biliyorsun da, biz üzülmeyelim diye mi söylemiyorsun. Yoksa dürüstlük ve dogrulugu ögr! ettigin çocuklarinin hayatlarinda bir kere de olsa sana yalan söyleyeceklerini tahmin edemiyor musun ?

Her kardesimin seninle ilgili benimkine benzer onlarca anisi var. Bunca aciya nasil dayandi yüregin be Ana? Nasil oldu da sevgi yüklü, duygu yüklü yüregin taslasmadi? Halen sevecen , halen hayat dolu.

Bana anneni iki sayfada anlat diyorlar. Maliye kontrolü olmus, yüzlerce sayfa rapor yazan oglun Hasan, Muhasebeci oglun Celal, Köy Enstitüsünü bitirmis ögretmen oglun Abidin, diger ögretmen oglun Ihsan anlatabilir mi? Tüm kazancini her ay bana gönderdigi için okula ve ise saatlerce yürüyerek gidip gelen Gül ablam anlatabilir mi?

Okutamadim diye üzüldügün, her türlü dikis, nakis, çiçek vs.. gibi sertifikalarla duvarlarini süsleyen, okuyamadiklari için hep içleri burulan diger kizlarin, sayilari otuz - otuzbesi geçen torunlarin anlatabilir mi? Sabahlari buzunu kirip parmaklarin donarcasina, çocuklarinin bezini yikadigin dere sula! ri anlatabilir mi?

Aksamlari, çatlamis parmaklarinin arasina eriterek döktügün kara sakiz anlatabilir mi? Onlarcasina dogum yaptigin, ebelik yaptigin çocuklar anlatabilir mi?

Sana bir nikâh bile kiymadan, yüzüstü birakip giden babam, çocuklarina pisirdigin sütü bir tekmede deviren kuman anlatabilir mi?

Sabahlara kadar harman savurmak için bekledigimiz rüzgar, kisin metrelerce yagip ak rengiyle dünyamizi karartan kar anlatabilir mi? Hiçbir zaman zavalli, çaresiz bir kadin olmadin. Agladin, gözyaslarini bizden saklamaya çalistin. Sende öyle meziyetler var ki hayran olmamak elde degil. Hepimizi öyle motive ettin, öyle isledin ki, herkes görevini yerine getirmek için canla basla çalisti. Bir antrenör gibi hepimizi zirveye tasidin. Önce kurtulusun okumakta oldugunu beynimize isledin, sonra Kasabaya, oradan Malatya'ya ve Ankara'ya kadar uzanan yolda bizleri öyle cesaretlendirdin ki hepimiz engelleri birer birer astik.

Ina! nç asilayan yüregin hep yanimizda idi. Ortaokula basladigim sene, yaptigimiz nikah çiçeklerine sepet alayim diye, beni Ankara'dan Istanbul'a göndermistin. Atletime diktigin parayla sepetleri alip, savas kazanmis general edasi ile Ankara'ya dönmüstüm. O cesaret bana asilanmasa idi, simdi binlerce kilometre uzaklarda nasil is yapabilirdim.

Iyi de hiç egitim almamis, babasiz büyümüs bir kadin bunca isi nasil basardi. Nasil acilari birer birer tecrübeye dönüstürdün? Bu sorunun cevabi yok. Sana çocuklarini nasil bu günlere getirdin diye sorduklarinda ' onlara egri ile dogruyu, haram ile helali ögrettim, gerisini onlar getirdi diyorsun.

Gerçekten hersey bu kadar basit mi? Ben seni anlatamam. Ben yoruldum, yüregim yoruldu anacigim.

Biliyorum sen ve senin gibi binlerce, milyonlarca Anayi sürekli yaninizda olan toprak anlatabilir ancak toprak. Benim duam; son birkaç huzurlu yili birlikte geçirecek zamani Tanri bize versin ve kara toprak ! hikâyesini birkaç yil sonraya biraksin.

Anneler günün kutlu olsun! Ellerinden öperim, Canim Anam.

(Yazarı bilinmiyor)


DOSTLUK İPİ


Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkânı varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış. Çok soğuk bir kış gecesi dükkanı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş. Artık ne bir işi varmış ne de parası. Günler boyu iş aramış ama bulamamış... Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini...

Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki parktan başka gidecek yeri yokmuş. Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma. Arka kapıyı açmaya çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı adam,
"Yalnız bırakın beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer" diye söylenmiş.
Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç adım attıktan sonra bankta titreyen terziyi görmüş. Terzi, adamın üzerindeki paltoya bakıyormuş dikkatle. Birden siniri geçiveren ihtiyar,
"Zavallı adamcağız kim bilir nasıl üşüyordur, ona nasıl yardım etsem acaba?" diye düşünmeye başlamış.
Oysa terzinin düşlediği paltonun sıcaklığı değilmiş. O, çok kalın ve kaliteli bir kumaştan üretilen bu paltonun sahibine hiç de yakışmadığını ve onun vücuduna uygun şekilde dikilmediğini düşünüyormuş. Yaşlı işadam, terzinin yanına yaklaşıp,
"Ne o evlat, bu ayazda parkta donmuşsun. İstersen paltomu sana verebilirim" deyince,
"Hayır, teşekkür ederim. Ben sadece bu paltonun size göre olmadığını düşünüyordum. Kumaşı fazla kalın ve sizi olduğunuzdan şişman göstermiş" diye yanıt vermiş terzi.
Yaşlı adam bu cevabı alınca hayli şaşırmış. Çünkü o da üzerindeki paltoya onca para ödediği halde kendisine bir türlü yakıştıramıyormuş.
"Soğuktan titrerken nasıl böyle bir şeye dikkat edebiliyorsun?" diye soran yaşlı adam,
"Ben terziyim" yanıtını alınca
"Benimle gel, hayat hikayeni yolda anlatırsın" diyerek arabaya bindirmiş bizim terziyi.
Bu karşılaşma, terzinin hayatındaki dönüm noktası olmuş. Böyle yetenekli bir insanın işsiz ve evsiz kalmasına çok üzülen iyiliksever yaşlı adam, terziye bir dükkan açmasına yetecek kadar para vermiş. Bunun karşılığında tek istediği kendi giysilerini bu genç adamın dikmesiymiş. Terzi yeniden bir işe hem de kendi işine başlamanın heyecanıyla deliler gibi çalışmaya başlamış. Bu arada yaşlı işadamı da desteğini esirgemiyor, onu kendi çevresinden zengin kişilerle tanıştırarak yeni siparişler almasını sağlıyormuş. Küçük dükkân önce kocaman bir modaevine dönüşmüş, sonra da pek çok ünlü marka için üretim yapmaya başlamış. Terzi artık "ünlü işadamı" diye anılır olmuş.

Bir gün ihtiyar adam onu ziyarete gitmiş. Terzi çok büyük bir iş bağlantısı yapmak üzere yurt dışına gidecekmiş ve uçağa yetişmesine az bir zaman varmış. Biraz sohbet ettikten sonra yaşlı adam birden fenalaşmış, kalp krizi geçiriyormuş. Hemen bir ambulans çağırılarak hastaneye kaldırılmasını sağlamış. Yeni işadamımız ise büyük işi kaçırmak istemediği için uçağa yetişmiş. Yaşlı adam krizi atlatmış ve uzun süre hastanede yatmış, bir yandan da sadece bir kez telefon ederek durumunu soran terziyi bekliyormuş. Fakat terzi daha çok para kazanmak için oradan oraya koştururken bir türlü yaşlı adamı ziyarete gidememiş.
Aradan o kadar uzun bir süre geçmiş ki bu sefer de utancından yaşlı adamın kapısını çalamaz olmuş. Bir süre sonra terzinin işleri yolunda gitmemeye başlamış. Fabrikalarını kapatmak zorunda kalmış ve elinde kala kala yine küçücük bir dükkan kalmış. Utana sıkıla yaşlı adama koşmuş hemen nerede hata yaptığını sormak için. Son derece kırgın olan ihtiyar yine de onu kabul etmiş ama anlatacağı öyküyü dinledikten sonra hemen çıkıp gitmesini istemiş.

Ve başlamış anlatmaya:
"Bir zamanlar fakir bir oduncu varmış. Ormandaki bir kulübede yaşar ve odun keserek hayatını kazanırmış. Bir gün kulübesinde yangın çıkmış ve bu yangın bütün ormanı kül etmiş. O çevrede kimse ona güvenip iş vermeyince, çıkınını alan oduncu, eşeğine binip yola koyulmuş.

Ağaçların arasında yürürken birinin kendisine seslendiğini duymuş. Başını kaldırınca konuşanın bir bülbül olduğunu görmüş. Bülbül ona
"Senin haline çok üzüldüm, şimdi öyle bir büyü yapacağım ki eşeğin çok güzel şarkı söylemeye başlayacak, sen de onunla gösteriler yapıp çok para kazanacaksın" demiş.
Gerçekten de eşek birbirinden güzel şarkılar söylemeye başlamış. Oduncu o şehir senin bu kasaba benim dolaşıp eşeğine şarkı söyletiyor ve herkes onları izlemek için birbiriyle yarışıyormuş. Oduncu ve şarkı söyleyen eşeği bütün ülkede ünlenmişler. Bir gün yine bir gösteriye yetişmek için koştururlarken, bülbülün yardım isteyen sesini duymuş oduncu. Bir kedi bülbülü yakalamış ve yemek üzereymiş. Şöyle bir duraklamış ama gösteriye gitmemeyi, onca parayı kaçırmayı gözü yememiş, arkasına bakmadan kaçmış oradan. Gösteri başladığında ise eşeği her zamanki gibi güzel şarkılar söylemek yerine sadece bir eşeğin çıkarabileceği sesleri çıkarmış.

Oduncu kendisini şarlatanlıkla suçlayan izleyicilerin elinden canını zor kurtarmış. İşte o zaman bülbül ölünce büyünün bozulduğunu anlamış. Ben de senin bülbülündüm ve sen beni öldürdün, büyü de o yüzden bozuldu. Keşke güzel giysiler dikerken dostluk ipliğini koparmasaydın..."

Öyküyü dinleyince hemen çıkıp gitmiş terzi, çünkü söyleyecek bir sözü yokmuş...

Dostluk iplerinizi koparmamanız dileğiyle.......

Yazarı Bilinmiyor
....