Saadet'in Internet Dünyası

Tuesday, February 19, 2008

EŞLERİN KARŞILIKLI GÖREVLERİ

Aile ve aile fertlerinin karşılıklı görevleri pedagoji, sosyoloji, hukuk vb. bilimlerin alanına giren önemli konulardan biridir. Bu bilimlerin her biri, farklı bir açıdan bu konuya yaklaşmıştır. Biz burada bu yaklaşımların tümüne değinecek durumda değiliz. Sadece konuya bir eğitimci gözüyle bakıp neşeli ve huzurlu bir hayat için gerekli olan hususları açıklamak istiyoruz. Bu amaçla karı kocanın görevlerini üç bölümde ele alıyoruz:



1. Karı kocanın karşılıklı görevleri



2. Kocanın görevleri



3. Kadının görevleri



Hemen belirtelim ki bu bölme, ev ve karı koca ile sınırlı bir bölmedir. Eğer bu çerçevenin dışına çıkacak olursak, başka görevler de gündeme gelir. Eşlerin ailelerinin görevleri, toplumun karı koca karşısındaki görevleri, devletin bu husustaki görevleri vs. gibi. Ancak bu kısa yazıda onlara değinmemiz mümkün değildir. Dolayısıyla bu üç görevi esas alarak yazımızı üç bölüme ayırıyoruz. Her bölümde kısaca bu görevlerin bir kısmına değineceğiz.



a) Karı kocanın karşılıklı görevleri:



1. Karşılıklı saygı: Karı kocanın birbirine saygı göstermesi ailenin ruh sağlığı, sevginin artması ve aile temelinin sağlamlaşması açısından büyük öneme sahiptir. Bu saygı, karı kocanın birbirinin kişiliğine değer vermesini; birbirinin görüşlerine, düşüncelerine ve zevklerine saygı duymasını kapsar ve hayatlarının tüm alanlarını güzel etkisi altına alır.



2. Karşılıklı sevgi: İnsanların birçok duygusal ihtiyacı vardır ki en önemlilerinden biri de, sevgiye olan ihtiyaçtır. Karı ve koca, birbirinin sevgisine ve ilgisine mazhar olmayı severler. Sevgisiz yaşamın cazibesi yoktur; insanların çoğu ondan kaçar. Allah'ın Elçisi (s.a.a.) buyuruyor ki: "Erkeğin, karısına 'Seni seviyorum' demesi, hiçbir zaman onun kalbinden çıkmaz."



3. Affedici ve bağışlayıcı olmak: Karı kocanın birbirinin hataları ve yanlışlarını affedip görmezlikten gelmesi, aile ortamında büyük öneme sahiptir. Bu hususa dikkat etmemek, aileye hâkim olan samimiyet ve huzur ortamını huzursuzluk, kötümserlik, asabîlik ve memnuniyetsizlik ortamına dönüştürür. Ruhun sakinliği, kinin bertaraf olması, izzetin artması, ömrün uzaması vs., hadislerde affedici ve bağışlayıcı olmanın etkilerinden sayılmıştır. İmam Sadık (a.s.) şöyle buyuruyor: "Üç şey dünya ve ahiretin yüceliklerindendir: Sana zulmedeni bağışlaman, seninle ilişkisini kesenle ilişki kurman ve sana karşı cahilce davranana karşı sabırlı ve halim olman."



4. Sorumluluk almak: Aile mutluluğunun temininde etkili olan amillerden biri de, eşlerin karşılıklı sorumluluk duygusuna sahip olmasıdır. Kadın ve erkek, müşterek bir yaşamı kabullenmekle, aile kurmadan önce üzerlerine görev olmayan birtakım sorumluluklar aldıklarını bilmelidirler. Bu sorumluluklar, kadın ve erkeğin yetenekleri, yetkileri ve özel koşulları dikkate alınarak belirlenir. Geçimi sağlamak, aileyi idare etmek, eşlik görevlerini yapmak, çocukları eğitmek vs. gibi. Bu duygunun varlığı, aile bağının güçlenmesine ve ruhun huzurlu olmasına sebep olur.



5. Ahlâk: Ahlâk, insan hayatında önemli ve belirgin bir niteliktir. İnsanlara, özellikle de eşe ve çocuklara karşı güzel ahlâklı olmak, insanın kişiliğinde derin bir etki bırakır; toplumu ve aile ortamını sefa ve samimiyetle doldurur. Güzel ahlâkın olmayışı da, hayatı karartır ve asabîlik, asık suratlılık, sabırsızlık, bahanecilik vs. gibi olumsuz yan etkilere neden olur; korku, kaygı, kişilik kaybı vs. gibi etkileri beraberinde getirir. Tatlı dillilik, insanlara saygı göstermek, alçak gönüllülük, geniş kalplilik, selâm vermek, hâl hatır sormak ve şefkat göstermek, güzel ahlâklılığın tecellilerinden sayılır.



6. İyimserlik: Tarafların birbirine güvenmesi, müşterek hayat için büyük bir sermayedir. Nitekim güvensizliğin de hayatta birçok menfi etkisi vardır. Kötümser bir kimse, negatif ve hasta bir ruha sahiptir. Onun ruh sağlığı ve dengesi bozuktur. Kötümserlik sonucu eşine güveni olmayan bir insan, aile hayatının sefa ve huzurundan mahrum kalır. Böyle bir insan, sosyal ilişkilerde de başarılı olamaz. Çünkü başkaları hakkında kötü zan besleyen biri, dostları ve arkadaşlarını kaybeder ve yalnız kalır. İmam Ali (a.s.) buyuruyor ki: "Bir insana kötümserlik galip gelirse, onunla hiçbir dostu arasında barış ve huzur kalmaz."



7. Rıfk ve müdara: Eşlerin birbirine karşı görevlerinden biri de, rıfk ve müdaradır. Şöyle ki; eşimizin kusurları, eksiklikleri ve hoşlanılmayan davranışları karşısında sert bir tepki göstermemeli ve şiddete başvurmamalıyız; tam tersine, şefkat ve samimiyetle yaklaşmalıyız. Çünkü kadının da, erkeğin de sözlerinde ve davranışlarında karşı tarafın hoşlanmayacağı eksikliklerinin olması doğaldır. Ne var ki müdara etmek, eşimizin kusurları ve eksiklikleri karşısında umursamaz olmamız anlamına gelmez. Müdaranın anlamı, eşimizin kusuru veya eksikliğini gidermeye çalışırken onun kapasitesini göz önünde bulundurmamız, yapabileceğinden fazlasını ondan beklemememiz ve istenmeyen özellikleri karşısında büyük insanlara yakışan bir davranış sergilememizdir.



8. İffetli ve namuslu olmak: Günümüz toplumunda bu özellik, genellikle kadınlardan beklenir. Ancak hadislerin bu husustaki bakış açısı daha geniştir. Hadislerde, iffetli olmak, karı kocanın karşılıklı görevlerinden biri ve en üstün ibadet olarak sayılmıştır. Hz. Ali'nin (a.s.) tabiriyle iffet, şehvetler karşısında direnmektir. Bu da hem kadından ve hem de erkekten istenilen bir şeydir. Hadislerde, karı kocaya, birbiri için süslenerek iffetlerini korumada birbirine yardımcı olmaları tavsiye edilmiştir. İffetli olmak; eşin kirli insanlardan korunması, aile bağının güçlenmesi, eşin güvenini kazanmak vs. gibi faydaları beraberinde getirir.



9. Birbirini anlamak: Ailevî sorunların birçoğunun temelinde eşlerin birbirini anlaması yatmaktadır. Eşinin içinde bulunduğu şartları ve yaşadığı sıkıntıları anlayan bir kimse, onun iyiliklerini daha iyi derk eder ve zahmetlerinin kadrini bilir. Eşini anlamayan bir kimse, onun bütün çabalarını görmezlikten gelir, kusurları ve eksiklerini gözünde büyütür; zahmetlerinin kadrini bilmediği ve onu teşvik etmediği gibi, iğneli ve kinayeli sözleriyle de onu incitir ve yaşama sevincini ondan alır. Gurur ve kibirden kurtulmak, birbirinin ruh hâllerini ve sıkıntılarını bilmek, eşlerin birbirini anlaması yolunda atılacak ilk adımlardır.



b) Kocanın görevleri:



1. Aile müdüriyeti: Çünkü o, bedenen daha kuvvetlidir ve aileyi idare etmek için daha güçlüdür. Kadın, tıpkı gül gibidir; gül, yakıcı güneşe, rüzgâra ve kasırgaya dayanamadığı gibi kadın da, ağır ve yıpratıcı sorumluluklara dayanamaz.



İmam Ali (a.s.), oğlu İmam Müçteba'ya şöyle vasiyet etmiştir: "Kadına, şahsî işlerinden fazlasını yükleme. Çünkü o, reyhandır; kahraman değildir."



Erkeğin sorumlulukları, sadece ailenin geçimini sağlamakla sınırlı değildir. Aile fertlerine doğru yolu göstermek, eğitim ve terbiyelerine nezaret etmek, onlara iyiliği emretmek, ahlâkî yönden sapmalarına engel olmak vs. erkeğin önemli vazifelerindendir. Dikkat edilmesi gereken husus ise şudur: Erkeğin aile müdüriyetinde başarılı olması, ancak aile fertlerinin gönüllerine taht kurmasıyla mümkündür.



2. Ailenin geçimini sağlamak: Evin asıl işlerini idare etmek kadının sorumluluğunda olduğu için, doğal olarak erkek de ailenin geçimini temin etmelidir. Ancak bunu minnetsiz bir şekilde yapmalıdır. Çünkü bu, aile reisliğinden dolayı üzerine düşen bir görevdir.



3. Aileyi rahat yaşatmaya çalışmak: Aile bireyleri, geçimlerinin temininin yanında nispî bir refah içinde yaşayabilmeleri için erkeğin cömertliğine muhtaçtırlar. Bu yönden bir kısma ve kısıtlamayla karşı karşıya kalırlarsa, birçok ruhsal ve bedensel darbeye maruz kalırlar. Ancak aileyi rahat yaşatmak, savurganlık yapmak ve israf etmek anlamına gelmemektedir. Bunun anlamı, cimrilik yapmamak ve erkeğin ekonomik imkânlarına uygun biçimde aileyi refah içinde yaşatmaya çalışmaktır. İmam Rıza (a.s.) buyuruyor ki: "Erkeğin, ailesinin geçimini kısmaması gerekir ki ölümünü arzu etmesinler."



4. Diktatörlükten sakınmak: Erkek, her ne kadar ailenin reisi ise de, emir ve nehiyde bulunmaktan sakınmalıdır; eşinin ve çocuklarının görüşlerini dikkate almalıdır. Kendini beğenmişlik ve yersiz sıkmalar, ailede diktatörlük düzeninin hâkim olmasına sebep olur; sağlıklı aile ilişkilerine ve çocukların doğru biçimde eğitilmesine zarar verir. Bu husus o kadar önemlidir ki Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: "Mümin, ailesinin yemek istediğini yer. Ama münafık, kendi yemek istediğini ailesine yedirir."



c) Kadının görevleri



1. Kocasının sırlarını korumak: Kadın, asla kocasının sırlarını ifşa etmemelidir. Aksi hâlde kocasının güvenini kaybeder. Bazı erkeklerin işleri hakkında hanımına fikir danışmamasının bir nedeni de, hanımının sır saklayacağından emin olmaması ve söylediği şeyin ertesi gün ağızdan ağza dolaşmasından korkmasıdır.



2. Kocasının işine yersiz yere karışmamak: İnsan, fıtrî olarak özgürlük ve bağımsızlık ister. Bu eğilim, erkeklerde daha güçlüdür. Hanımlar, hayırhahlıklarının her zaman kocalarının yararına olacağını zannetmesinler. Bu konu, evlilik hayatında zaman zaman ciddî krizlere yol açabilir. Bu yüzden erkeğin bağımsızlığına zarar vermemeye çalışın.



3. Evi idare etmek: Evi idare etmek ve ev işlerini evirip çevirmek, hukukî olarak kadının sorumluluğunda olmasa da, ahlâkî olarak onun görevlerinden sayılmıştır. Evi idare etmek, oldukça önemli bir iştir. Maalesef yalnızca ev işlerini yapan kadınlar (ev kadınları), kendilerinin ve yaptıkları işin gerçek değerini bilmiyorlar. Gerçek bir ev kadını, önemli bir birimin tüm işlerini tek başına yapan liyakatli bir müdürdür. Hem plânlayıcı, hem uygulayıcıdır. Uluslararası çapta kariyer sahibi olan birçok erkek, bu başarısını "bir ev kadını"nın tedbiri, ahlâkı ve liyakatine borçludur.



4. Ailenin harimini ve değerlerini korumak: Kadının kocası hakkındaki en büyük vazifesi, erkeğin evdeki namusu ve vekili olarak davranışları ve sözleriyle ailenin harimini ve değerlerini korumaktır. Böyle bir kadın, hem kocasının malını korur, israfa ve lükse kaçarak kocasının servetini zayi etmez; hem tehlikeler karşısında aile haysiyetini ve kocasının şerefini korur; hem de tesettüre riayet ederek namahremlere karşı örtünür.



Kocanın cinsel ihtiyacını karşılamak, onu övüp teşvik etmek, sevgiyi şarta bağlamamak vs. de, riayet edilmesi hâlinde hayatı neşeli ve sefalı kılacak olan diğer hususlardandır.

ESMAÜL HÜSNA


ALLAH (c.c.)


» Esmâül Hüsnâ
» ALLAH (c.c.)ün Sıfatları
» ALLAH (c.c.)ün Kelamı

Saturday, February 16, 2008

ENGELSİZ YAŞAMA ENGELLİLERLE BERABER

Engelliler; yaşamlarını henüz daha doğarken yada yaşam sırasında çeşitli nedenlerle başkalarına ya da birşeylere bağlı olarak yaşamak zorunda olanlar. Onlarda bizim gibi;onlarda bizim yakınımız ,canımız,bizimle beraber yaşayacak olan varlıklarımız. Nasıl bir engeli olursa olsun tüm engellileri (hiç ayırt etmeden) önce kabullenmeli, (onlardan asla utanmamalı) ;sonrada hayatımıza,yaşantımıza davet etmeliyiz. Neden mi?

Çünkü onlar varlar,yaşıyorlar; ama yaşarken insanca yaşamak,insanca davranılmak istiyorlar.Düşünsenize; kendi iç dünyalarında zaten hiç de kolay olmayan çok zor bir savaş veriyorlar, diğer savaşları ise biz sağlamlarla; sağlam olduğumuz için onları anlamayan ,sadece acıyan, zaman zaman utanan,hatta saklayan,yaşamalarına izin vermeyen bizlerle.

Halbuki hiç bir sağlam birey unutmamalıdır ki, yarın aynı durum kendilerinin ya da canlarından çok sevdikleri yakınlarının başına gelebilir, herhangi bir yerde,herhangi bir şekilde.Hasta olmadığımız ,hiç bir yerimiz ağrımadığı zamanlarda sağlığın ne derece önemli olduğunu hiç düşünmeyiz aslında; taa ki bir hastalık kapımızı çalana değin.İşte o zaman sağlıklı günlerimizin,gecelerimizin kıymetini anlarız.Tıpkı buna benzer engelli olmakta.Şu anda rahatça yürüyebiliyor,istediğimiz yerlere girip çıkabiliyor,zıplıyor,araçlara ayırt etmeksizin binebiliyoruz diye engellileri hiç düşünmeyiz aslında.Onlar sırasında evlerinden bile dışarıya çıkamazlar.Nasıl çıksınlar ki?Önlerinde devasa merdivenler yada kullanamadıkları asansörler...Hadi bir şekilde dışarıya çıktılar diyelim.Tekerlekli sandalyeleri ile yürüyebilecekleri ne doğru dürüst bir kaldırım,ne bir cadde;ne de binecekleri bir araç bulabilirler.Engelleri kocaman kocaman üstlerine gelir.Neden mi?Çünkü bizler sadece sağlam bireyler için düşünür,onlar için evler,banyolar,yollar,asansörler,merdivenler,sosyal yaşam alanları yaparız.Engelliler gelirse ne yapar,bu mekanları nasıl kullanırlar acaba diye bir an dahi düşünmeyiz. Hatta "otursunlar oturdukları yerde,bizim aramızda ne işleri var ki "diye bile düşünenlerimiz ne yazık ki var ve sayıları azımsanmayacak ölçüde fazla.Bu ve buna benzer düşünceler nasıl bir anlayış,nasıl bir duyarlılık,nasıl bir yaklaşım tarzıdır anlamam mümkün değil.Neden engellileri gerçekten içimize almayı,sosyalleştirmeyi,insan gibi yaşatmayı beceremiyoruz?

Bu kadar zor mu? Değil bence.Önemli olan onları (engeli ne olursa olsun) yürek gözümüzle görebilmemizde yatıyor.Bir kez onların gözlerine içten ve samimi olarak bakarsanız,ne denli sıcak,ne denli iyimser,hayata sımsıkı sarılmış,inanılmaz güzel bakışlar sizleri yakalar inanın buna. Onlardan öyle güzel elektrik alırsınız ki; hayata bu denli bağlı olmadığınız,yaşama bu denli asılmadığınız ve hemen her şeyi dert ettiğiniz için kendinizden utanırsınız bile.

Kendim güzel bir bahar havasında deniz kıyısına indiğimde,o muhteşem kokuyu,güneşin sımsıcak ışınlarını içimde hissettiğimde ,hep aklıma tekerlekli sandalyede olup ,o kıyılara gelemeyen insanlar gelir.İçimden kocaman bir engelli otobüsü ile onları da bulunduğum yerlere getirmeyi, güzellikleri paylaşmayı,gözlerindeki yaşam ışıltısını görmeyi dilerim.Ne büyük bir mutluluktur bu Tanrım.(Ama eminim günün birinde böyle bir organizasyonu yapacak kuvvetim olacak.)

Tüm sağlam bireyler! sizlere sesleniyorum; lütfen onları unutmayalım,kendi başımıza bir şeyler gelmesini beklemeden onlar için bir şeyler yapalım.En azından onları yürek gözümüzle sevmeyi deneyelim.

beryavuz@yahoo.com

SENİN SAATİN KA PARA

Adam eve döndüğünde, 5 yaşındaki oğlunu kapının önünde beklerken bulur. Çocuk babasına sorar:

- Hoş geldin babacığım. Sen bir saatte ne kadar para kazanıyorsun?

Yorgun gelen adam sertçe cevap verir:
- Bu senin işin değil!
- Babacığım lütfen.
- Ne olacak? 20 dolar...
- Peki bana 10 dolar borç verir misin?

Adam iyice sinirlenip bağırır:

- Benim, senin saçma oyuncaklarına veya başka şeylerine verecek param yok! Hadi derhal odana git!..

Çocuk mahzun mahzun odasına girip kapısını kapatır. Adam sinirli sinirli, 'Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder?' diye düşünür. Aradan bir müddet geçtikten sonra biraz daha sakinleşir. Çocuğa, belki de gerçekten lâzım olduğunu düşünür. Odasına gidip henüz uyuyamamış olan çocuğa der ki:

- Al bakalım istediğin 10 doları! Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm, ama yorucu bir gün geçirmiştim.

Çocuk sevinçle babasını kucaklar ve; 'Teşekkürler babacığım!' diye sevinir. Yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkararak, babasının yüzüne bakar ve yavaşça paraları sayar. Bunu gören adam iyice sinirlenerek yine sertçe sorar:

- Paran olduğu hâlde neden benden para istiyorsun?
- Babacığım, yeterince yoktu.

Bu sırada elindeki paraları babasına uzatarak son sözünü söyler:

- İşte 20 dolar babacığım. Bir saatini bana ayırır mısın?

alıntı

BİR BARDAK SÜT


Howard, yoksul bir ailenin çocuğuydu ve okul giderlerini karşılamak için kapı kapı dolaşarak eşyalar satıyordu. O gün hiçbir şey satamamıştı ve karnı da çok açtı. Bundan sonra çalacağı ilk kapıdan yiyecek birşeyler istemeye karar verdi. Kapıyı açan sevimli genç bayanı görünce utandı. Yiyecek bir şeyler yerine "Affedersiniz, bir bardak su rica edebilir miyim?" diyebildi yalnızca. Genç bayan çocuğun aç olabileceğini düşünerek kocaman bir bardak süt getirdi ona. Çocuk sütü yavaş yavaş içine sindirerek içtikten sonra "Çok teşekkür ederim, borcum ne kadar?" diye sordu genç bayana. Genç bayan, "Borcunuz yok" diyerek yüzünde sıcak bir gülümsemeyle devam etti "Annem, gösterdiğimiz şefkat ve nezaket karşılığı olarak asla bir bedel ödenmesini beklemememizi öğretti bize" dedi. Çocuk "O halde çok teşekkürler, yürekten teşekkür ederim size" dedi. Howard Kelly evin önünden ayrıldığı zaman kendisini yalnızca bedensel olarak değil, ruhsal olarak da güçlü hissediyordu. Yıllar sonra genç bayan çok ender rastlanan bir hastalığa yakalanmıştı. Yöredeki doktorlar çaresiz kalınca, hastalığı ile ilgili araştırmalar yapılması için onu büyük kente gönderdiler. Dr. Howard Kelly konsültasyon yapması için çağrıldığı hastanın hangi kasabadan geldiğini duyunca heyecanlandı. Artık genç olmasa da yıllar önce kendisine sevgiyle yaklaşan bayanı ilk gördüğü anda tanımıştı ve onun yaşamını kurtarmak için elinden geleni yaptı. Uzun süren tedaviden sonra bayan sağlığına kavuştu. Dr. Kelly denetlemesi için önüne getirilen faturaya şöyle bir baktı ve üstüne birşeyler yazarak zarfın içine koydu ve hasta bayanın odasına gönderdi. Kadın elleri titreyerek aldı zarfı eline. Açmaya korkuyordu... Hastane faturasını asla ödeyemeyeceğini ve geri kalan yaşamı boyunca bu faturayı ödemek için çalışacağını biliyordu. Sonunda zarfı açtı ve faturaya iliştirilmiş bir not dikkatini çekti. Kağıtta şunlar yazılıydı: "Hastane giderlerinin tamamı bir bardak süt karşılığı ödenmiştir."•
Alıntı...

SAHTE SEVGİLER

Ne çok 'Seni seviyorum'larınız var. Her yere yazıyorsunuz. Herkese söylüyorsunuz. Her zaman kullanıyorsunuz. Sevginizden çok 'seni seviyorum'larınız. 'Sen' diye hitap edebildiklerinizden bile çok. O kadar kısa ki sevgilerinizin ömrü, ard arda ekleseniz dahi, kelebek ömründen kısa kalıyor.

Sevginizi saklamıyorsunuz güyya. Ama sevgi ile olan mesafenizin uzaklığını 'Seni seviyorum'larınız ele veriyor. Ortaya 'çok' ekliyorsunuz, 'gerçekten' ekliyorsunuz. Başına ve sonuna mahzunluk ekliyorsunuz. Ekliyorsunuz ki, milyonlarca 'Seni seviyorum'dan farklı olsun sizin söylediğiniz. Ama olmuyor.

Herkesi 'Seni seviyorum' demeye davet ediyorsunuz. Suç ortağı arıyorsunuz. Ancak herkesin maske takmasıyla hayatı maskeli baloya çevirip, vicdanınızı rahatlatacaksınız.

Sadece sizin ve sahte sevgilinizin değerini düşürmüyorsunuz. 'Sevme'nin değerini de yerle yeksan ediyorsunuz. Öyle bir cümle kuruyorsunuz ki, 'sen' gerçekten 'sen' değil, başkalarını kastediyorsunuz. 'Sevmek' gerçek 'sevmek' değil, başka duyguları anlatıyorsunuz. Birinci tekil şahıs eki de sizi anlatmıyor, belki başka yüreklere tercüman oluyorsunuz.

Kalp şekillleri arasında olması neyi değiştirir ki? Taş gibi soğuk. Gülümseyerek söylemeniz ne farkeder ki? Takım elbiseden daha resmî. Buğulu gözlerle telaffuz etseniz ne yazar? İçten olmadığı besbelli.

Tamam, yüreğinizde bir yerlerde sevmeye karşı bir iştah, bir açlık var. Ama, bu açlığın reçetesi bol bol 'seni seviyorum' demek mi? Kalp resimleri mi? Hüzünlü şarkılar mı? Ayrılık ağıtları mı?

Dağlara, taşlara yazdınız ama yine de sevmiyorsunuz, değil mi? Sevginiz tükeniveriyor... Kalmıyor... "Sevgim bitti, hâkim bey" diyorsunuz bükük bir boyun ve kısık bir sesle. Tutunamıyor kalbiniz, böyle kaygan zeminlerde, böyle küçücük maskelere, böyle acemice...

'Seni seviyorum'larınız bol, herkese yetip de artacak kadar bol. Ama 'seni seviyorum'larınız bol, çok bol geliyor sevginize.

Belki dil ile değil kalp ile söyleme vakti gelmiştir.
Sözüm, gerçekten sevenlerin meclisinden dışarı...

YAŞAM / ÖMÜR

YASAM/ÖMÜR


Dogrusu hiç aklima gelmemisti, yüzyillik bir takvimin dörtte üçünü tüketip, arkamda birakacagim.
Gençken ömür gölünün öteki kiyisi, o kadar uzaklarda görünüyor ki... Ve kiyiya yaklastikça, çok yakin görünüyor arkada biraktigin kiyi. Kiyilari her yolcusuna göre degisip duran, büyülü bir sudur ömür gölü...
* * *
Bazen düsünüyorum: - Hayat bana ne ögretti, diye... Pek bir yanit bulamiyorum. Sadece gözlemim o ki, bedelini ödemeden geçemiyorsun ömür gölünü. Ya bedelini pesin pesin ödeyerek yaklasiyorsun öteki kiyiya; ya öteki kiyiya bedelsiz yaklasmaya kalkiyorsun ve kabaran dalgalariyla göl, mutlaka senden çikartiyor geçisin bedelini.
Bazen "basari nedir", "mutluluk nedir" sorulari da takilir aklima. Ömür gölünden geçerken gördüm ve anladim ki, insanlar bu tür soyut kavramlarin tanimlamasiyla pek ilgilenmiyorlar. Örnegin kimi servet sahibi olmayi basari zannediyor, kimi politik paye sahibi olmayi. Bana sorarsaniz "basari"nin çitasi çok daha yüksek.
"Kimseye yalan söyleme ihtiyacini duymayacak bir düzeye erismis olarak yasamaktir basari; dürüst oldugundan ötürü degil, ihtiyaç duymadigindan ötürü". Picasso, yahut Einstein; kime karsi duyacakti ki, yalan söyleme ihtiyacini?
"Mutluluk ise, sevdiginle zamani süresiz unutmaktir" bence...
"Basari"yla "mutluluk" da pek beraber olmuyor. Mutlular, bos veriyorlar, zamani basariya dogru kanatlanarak unutmaya... Ve yine bendenize göre, ömür gölünü geçerken sevdigin isle ugrasmaktan aldigin lezzet; ondan sagladigin kazanci harcarken aldigin zevkten daha büyükse, pekala "yasamis" sayilabilirsin.
"Varlikli" olma hasmetiyle gözleri kamasanlar, görmeyebilirler "var olma" nakislarinin gizli tadini...

Friday, February 15, 2008

GÜZEL SÖZLER

*Risksiz yaşamda başarı aramak, bulanık suda balık avlamaya benzer.

*Başkalarının bilgisiyle bilgin olabilsek bile, ancak kendi aklımızla akıllı olabiliriz. (Michel de Montaigne)

*Düşünmeden konuşmanın cezası, konuştuktan sonra düşünmeye mahkum olmaktır.

* Haksızlığa sapıp bütün insanların seninle beraber olmasını sağlamaktansa, adaletle hareket edip tek başına kalmak daha iyidir. (Mahatma Gandi)

* Bakılacak yüze, utanılacak söz söyleme.

* Güzelliği bulmak için tüm dünyayı dolaşsak da; Onu içimizde taşımıyorsak asla bulamayız. (R. W. Emerson)

* Cesaretli olmayan insan, keskin kenarı olmayan bıçağa benzer. (B. Franklin)

* Önemli olan elinde ne olduğu değil, onu nasıl kullandığındır.

* İnsanın, yalnız gerçeğin ne olduğunu bilmesi yeterli değildir; Doğruyu istemesi ve yapması da gereklidir. (Goethe )

* Bir zincir en zayıf halkası kadar kuvvetlidir.

* Taşı delen suyun kuvveti değil, damlaların sürekliliğidir.

* Bir haksızlık karşısında 'tarafsızım' diyen biri, artık bir taraf olmuştur.

* Bana okuduğum kitapların en güzelinin hangisi olduğunu sorarsanız, Söyleyeyim: ANNEM'dir. (Abraham LINCOLN)

* Kimse bizi aldatamaz... Ancak biz kendi kendimizi aldatırız. (Goethe)

* Bekleyebilen için herşey iyi sonuç verir. (Tolstoy)

* Bir insanın akıllı olmasına birşey dediğimiz yok. Yeter ki; aklını başkalarına kabul ettirmeye çalışmasın. (Eflatun)

* Her bildiğini söyleme ama, söylediklerini daima bil.

* Aradığını bilmeyen, bulduğunu anlayamaz.

* Yoksul adam tavuk yiyorsa, ya adam hastadır, ya tavuk.
<< NE OL NE OLMA << >> HAYATA DAİR GÜZEL SÖZLER >>