Saadet'in Internet Dünyası

Saturday, July 02, 2011

******************BEN*************************

Tarih bize kibir,hırs ve bunların sonucunda doğan kıskançlık kelimelerini fısıldıyor.Sebep bu kirlenmiş insanda ilk isyancı iblis gibi daim''BEN'' diyor ve ruhunu alçaltan bu kelimeyi başının altın tacı olarak taşıyor.
''BEN''demek,yeryüzünü kaplayan bütün köülüklerin sebebidir.Ben daha bilgiliyim,daha zenginim,daha güzelim,daha yetenekliyim,daha güçlüyüm,daha hayırlıyım,daha daha....
İblis ile bu sözü yaratıcısına söylemekten çekinememişti.''Sen Ademi topraktan,beni ateşten yarattın,ateş topraktan daha hayırlıdır''demişti...
Şüphesizki körlük içinde ve bencilce söylenmiş bir sözdü bu.İblis ateşin topraktan daha hayırlı olduğunu sadece bir zanna kapılıp söylemişti.,hakikate dayanmıyordu...
Devletle ve hanedanlar kuruldu,şehirler ve mezarlar çoğaldı.Denizler ve karalar kanla doldu.Taşlar,mızraklar,oklar,mancınıklar,toplar ,tüfekler ve atom ombaları atıldı.Kimyasal silahlar devreye girdi ve sayısız insan ,kömürleşmiş cesetler halinde yere yıkıldı.BEN diyenlerin imparatorluklarında,zidanlar dolup taştı.Bu zindanlarda,sırtlanları dahi tiksindiren işkence ve ölümler yaşandı.Çoğu zaman bu 'BEN'diyenler,birbirine düşüp birbirlerini boğazladı.Kim ne yapmışsa,benzeriyle karşılaştı,ama hiç bundan sonuç çıkartmaya çalışmadı.
Önceleri taşla ezilen başlar,sonra kılıçla kesilmeye başladı.
Soylular,kanımız yere dökülmesin diye boyunlarını yay kirişlerine uzatıp boğdurdular.Saltanatlarının ayaklarını altından kaydığını gördükleri zaman bile''ben''benim'' kanım diyorlardı.
Güneş binlerce kez doğup battı,ay günlerce kez doğup battı ve ırmaklar sayısız akıp durdu.Şehirler ve mezarlar kuruldu Binalar ve saraylar yıkıldı.Kundakdaki bebekler öldürüldü.İnsan;ancak acıktığında avlanmaya çıkan,hayvanları utandırırasına karnı tokken bile cana kıymatan usanmadı.Hatta bundan sadistçe zevk aldı.
''BEN''demeyenler,acımasızca katledildiler.'BEN'diyenlerde tahtlaı devrildiğinde,amanları asla dinlenmeden katledildiler.
Şetanın'ben'lik amellerinin süslediği zalimler asırlar boyu cinayetlerini sürdürdüler.
Kuruntulara yuvarlandığımızda gözümüzün hiç birşey görmediğide açıktı.Günışığında körleşiyor ve ne yaptığımızın farkına varamıyorduk.O vakit birilerinin sırtına basıp yükselmek ve yukarılara çıkmak için benliğimizle canavarlaştığımız oluyor,işin kötüsü,bunu farketmeyip bencilleşiyoruz.
Evet,bazan para,bazan kadın,bazan erkek,bazan şöhret ve mevki için,yahut içimizde büyüttüğümüz bir put için mücadeleye atılıyor,vuruyor,kırıyor,çalıyor,çırpıyor ve öldürüyoruz.
Tarihi oluşturmuş veya tarihin oluşturduğu binlerce insanın hikayesi nesilde nesile aktarıldı Biz gördükki bütün hikayeler yarımdır ve hemen hepsinin ana başlığı ''BEN''dir.
Birileri birkaçgünlük dünya saltanatı uğruna hem cinslerini gaz odalarına doldurup boğdu,topluca kurşunlayp gömdü veyahut idam sehpalarında sallandırdı.
Allahın arzı bu kadar genişken vahşice süren bu kavgayı anlamak mümkünmü?
Doğruyu bilmek için,yanlışı bilmek lazım...BEN'den BİZ olmak lazım.
Ben dyerek yükseklere çıkanlar,tıpkı yüksek bir dağa trmanıpta,sonra aniden yere düşen insanlara benzerler.Ne kadar yükselirlerse,düşüşleride o kadar feci olur.....

Tuesday, May 03, 2011

ÖZLEDİM

ÖZLEDİM,CANIM......
ÖLÜM ACISINA ÖZLEMDE EKLENİNCE DAHADA CAN YAKIYOR...
MUTLULUK BİLE SENSİZ OLMUYOR....
CANIM ÇOK YANIYOR.....

SEVGİ VE İNSAN

Sevilmeli insan, hem de kusurlarıyla sevilmeli. Zaten onu güzelleştiren birazda kusurları değil mi? Neye yarardı insanların tam mükemmel olduğu dünya. Sıkıntısı çekilir miydi onun, hiç kötülüklerin bilinmediği yerde iyilikler nasıl bilinir ki?

Kusur olmayan çirkinlik bulunmayan ortamda mükemmelin, güzelin ne kıymeti olur? Zıtların bayramı değil mi burası? Ve zıtların çocuğu değil mi insan?

Sevgi bağları ile sımsıkı bağlamalıyız kendimizi insana. Kusurları şefkat perdesi ile örtmeliyiz daima. Kuşu beslemeliyiz, acımalıyız, sevgi örtümüzle kuşatmalıyız onun her yanını, kusurları ile baş başa bırakmamalıyız onu.

Başka meziyet aramaya gerek yok sevmek için insani, insan olması bize yeter.

Her şey sevilmeli. Yaratık olduğu için her şey, Yaradandan ötürü sevilmeli. Zaten Allah her şeyi sevgiden , sevdiğinden yaratmadı mı? Ferde hürmetin bittiği yerde topluma hürmette bitmiştir. Bir insan öldüren bütün insanları öldürmüş gibidir...

Yaptığı kötülükler birden siliniverir gösterdiği hürmet adına. O köpek bile olsa kabul görür, iltifat görür bu davranış. İyiliklerden hiçbirini, velev çok küçük de olsa küçük görmek doğru değildir asla.

Severler inananlar birbirlerini, sevmeliler birbirlerini. Bağlanmalılar aynı vücudun azaları gibi birbirlerine. Birinin derdi hepsinin olmalı, sevinçler yansımalı birbirinin sevinciyle hepsinin içine.

Temizler temizlere yanaşır, pisler pislere yanaşır, herkes kendisi gibi olanla kaynaşır daima. İnananlar da öyle. Bu cazibe bir araya getirir kardeş yapar insanları.

Sevgi delil ister elbet, sevdiğinden bitip tükenmeyi gerektirir. Onun için belası çoktur sevgi yolunun. Onları aşmadan sevgiye ulaşmak imkansızdır.

Sevgilinin kim olduğuna bağlı yolun zorluğu. O'nu sevmek ayrı bir paye; fakat onun tarafından sevilmek daha başka bir mazhariyet. Ama ölçü şu; Sen onu ne kadar seviyorsan, Ondan o kadar karşılık görürsün. O'nun senin kalbindeki yeri ne kadarsa, sende onun katında o kadar yere sahipsin.

Evrenselleştirmek istiyoruz biz sevgiyi. Sevgi atmosferi sarsın bütün ülkeleri. İnsanların içi sevgiyle dolsun birbirlerine. O zaman güzel düşünenin güzel gördüğünü göreceğiz biz de. Lezzet alacağız yaşadığımız hayattan. Kusur görmeyecek o zaman gözlerimiz. Boşlukları bakışlarımız dolduracak sürekli. Şeytan hissesinin ne kadar büyük olduğunu anlayacağız işlenen kötülüklerde, günahlarda. Hisse hisse pay edeceğiz işlenen suçları. Nefis, Şeytan, Zaaf, Toplum, Aile, Çevre suçluları arasında çok az bir hisse kalacak o zaman suçluya. Affedilebilir olduğunu göreceğiz o küçük hissenin. Affedeceğiz o zaman canımıza kast edenleri bile. Can vereceğiz onlara sevgimizle.

Dostluklar, arkadaşlıklar çok önemli
Dökmüşsün içinden geçenleri.
Dostunun kötü gününü mü beklemek lazım illaki
Dostum demek için
Ey dostlar zaman geçiyor.
Hayat dostluklarla
Acımasız geçen yıllara inat devam ediyor.
Ne duruyorsun hadi
Unuttuğun hatırlamadığın dostuna
Bir telefon aç bir mesaj yolla
Halini hatırını sor.
Unutma ki bir gün sen de haber beklersin ya
O haber hiç gelmezse üzülmez misin?
Hani biz dosttuk arkadaştık demez misin?
Değer veriyorsam sana hani nerdesin?
Ben koşuşturuyorum, ya Sen?
Benim dostum değil misin?
Duydum sanki sesini kulağım çınladı
Sende hissettin mi beni
Hadi Dostum gün uzun uyanda
Bir selamını yolla
Hayat bir o kadar da çok kısa
Mesafeler girse de araya
Ey Dost değerin ben de çok
Sen unutsan da unutmaz seni bu Dost

Tuesday, June 01, 2010

İSKENDERUN'DA ÖLENLER KEDİ YAVRUSU MUDUR?

İskenderun'da ölenler kedi yavrusu mudur?




Gazze’ye insani yardım götüren Mavi Marmara isimli Türk gemisini basan İsrail askerleri ortalığı kan gölüne çevirdi. 9 ölü, onlarca yaralı var.
Türkiye ve dünya ayakta…

***
Aynı saatlerde kanlı terör örgütü PKK, İskenderun’da denizcilerin birliğini vurdu. 6 askerimiz şehit düştü. 7 askerimiz yaralı…
Türkiye’den cılız tepkiler, dünyadan ise ‘tıs’ yok…

***
Kara Pazartesi’nin sabah saatlerinde Ankara’daki İsrail Büyükelçiliği ve İsrail Büyükelçisi’nin evi ile İstanbul’daki konsolosluğuna binlerce kişi yürüdü.
Pek çok kentte protesto gösterileri yapıldı.
Ellerinde Türk ve Filistin bayrakları taşıyan, çember sakallıların da yer aldığı protestocular; gecenin ilerleyen saatlerine ayrılmadılar o mekânlardan…
Tekbir üstüne tekbir getirirken, “İsrail şaşırma, sabrımızı taşırma” gibi kullana kullana aşınmış sloganları savurdular.
Başları yeşil bantlı protestocular ortalığı birbirine kattı.

***
O kalabalıkların aklına vatan savunmasında şehit düşen askerlerimiz gelmedi.
Geldi diyorlarsa bile ağızlarından duyamadık.

***

Bıraksalar İsrail üzerine yürüyecek bu cengâverleri, daha önce 1 milyon insanın (Onlar da Müslüman’dı ayrıca) katledildiği Irak vurulurken, bebekler öldürülür; genç kızlar ve kadınlara tecavüz edilirken de meydanlarda görememiştik zaten…

***
Türkiye’nin başvurusuyla olağanüstü toplanan Birleşmiş Milletler Konseyi’nde konuşan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu dinlerken bekledim üç-beş kelime eder diye…
Etmedi.
Konuşmasının sonunu “Akdeniz’deki uluslararası sularda insanlık öldürüldü” dedi.

***
Peki İskenderun’da katliamda insanlık ölmedi mi?
Akdeniz’de ölenler insan evladı, o Akdeniz’in kıyısındaki İskenderun’da ölenler kedi yavrusu muydu?
(Bu arada ben her iki katliamı yapanları tüm benliğimle lanetliyorum.)

***
Anladığınız dilden konuşalım isterseniz.
“One minute Mr. Davutoğlu,
İskenderun’daki şehitlerimiz için de o konuşmada ‘one minute’ ayırmak çok mu zordu acaba?”

***
Tamam.
Dışişleri’ne baktığı için alanı değil belki…
BM’de bu konunun dile getirilmesi teamüle de uymayabilir
Ancak tüm dünya o dakikalarda gözünü size dikmişken, “Terör terördür. Kimden, nasıl gelirse gelsin insanlık suçudur. Akdeniz’deki devlet terörüdür. Bizim 25 yıldan fazla süredir karşı karşıya kaldığımız da terördür. Her ikisini seyirci kalmak insanlık ayıbıdır” diyemez miydiniz?

***
alıntı

Friday, May 07, 2010

'' VEFA'' DOSTLUĞUN OLMAZSA OLMAZI

Vefa ne sadece bir semt adı,ne de boza markası hani herkesin dilinde ki klişeleşmiş olduğu gibi.Vefa yok olan erdemlerden.Eskilerin deyimiyle dostluğun,minnettarlığın,ikili ilişkilerin olmazsa olmazı.

Vefa özlem dolu,sıcacık bir kucaklama...Vefa dost olmak demek...Vefa zor zamanları beraber aşmak demek..Vefa hiç bir şeye benzememek.Sanırım en kıymetli.güvenin en yakın arkadaşı,belki de olmazsa olmazı, gerçeğin sağlaması, her kaybedilenin arkasından baktığında bulduğun tek eksik, fark etmeden atladığın, yaşamadan anlamadığın, herkese veremediğin, zorlasanda hissedemediğin.
“Sözünü tutma, borcuna sadık olma” diyor sözlük. Yani bir şeyin karşılığı olarak verilen/ödenen anlamına geliyor. Verilen bir sözdür ve bu sözü yerine getirmek “vefaZaman zaman hayatınızın sekteye uğradığı,işlerin ters gittiği olmuştur.O dönemlerde sanki her şey üst üste geliyormuş gibi hissedersiniz.Psikolojide kriz dönemi diye adlandırılan bu süreçte, aldanmışlığın ve kandırılmışlığın üzüntüsünü yaşayabileceğiniz gibi, terkedilmişliğin ya da unutulmuşluğun acısını da çekebilirsiniz.Yanlış anlaşılmanın,düşmanlıkların hedefi de olmuş olabilirsiniz.Hayatın bir anlamı kalmamış,hiçbir beklentiniz karşılanmamış gibi de gelebilir.Geçim sıkıntısı ve ekonomik problemlerde sizi sarsmış olabilir.Her ne olmuş olursa olsun insan bu döneminde dost dediklerinden vefa bekler.Vefa her zaman dosta destek olmaktır.Vefa kendisine zamanında yapılanla karşılık vermektir.Kötü duruma düştüğünüzde de,iyiyken yanınızda olanların sizi arayıp sormasıdır.

Gün gelir hayat sizin istediğiniz yönde ilerlemez. Hatalar yaparsınız. Beklentileriniz boşa çıkar. Her gününüzü sizinle paylaşanların yine yanınızda olmasını beklersiniz. Vefalı dostlar yanınızda olur. Vefasız ise ne arar ne sorar. Dostluğun anlamını ve gerçekliğini kayıtsızca katlederek kaybolur gider. Gün gelir siz yine eski gücünüze kavuşursunuz.

Vefalı dostlar hayatta en yalnız olduğumuz anlarda; en güzel gülüşleri, en samimi bakışlarıyla ışık tutarlar yolumuza. Geçmişten bir gölge gibi yanımızdadırlar. İçimizdeki umutsuzluğu yok etmektir görevleri. Bekledikleri tek karşılık gözlerimizdeki ışığı görebilmek, umudu yeniden yüreğimizde yeşertebilmek, kaybetmeden görmeyi başarabildiğimiz güzelliğe bizi ulaştırabilmektir. Yıllarca birçok tanım yapıldı vefa ve dostluk üzerine.

Hep bize umut vermesini, güç vermesini beklediğimiz insanlara biz ne veriyoruz? O görmeden görebilmek, istemeden yanında olabilmek, onu sorgulamamak, sadece yol göstererek yanında olabilmek. Bunları ne kadar becerebiliyoruz acaba? Herkesin kendi kararlarını alıp onları uygulama özgürlüğü olduğunu bildiğimiz halde neden kendi beklentilerimizi gerçekleştirmeye çalışıyoruz dostlarımızın hayatında? Biz şekillendirmeye çalışıyoruz onun kendi doğrularını unutup hayatını. Oysa vefalı olmak yapmaya çalıştığımız şeyi gerçekten onu düşünerek yapmayı ona her durumda destek olmayı gerektirir. Hep unutuyoruz, arkadaşımız da olsa, çocuğumuz da olsa, dostumuz da olsa onun kendi hayatini oluşturmaya hakki olduğunu, kendi doğruları olduğunu ve bize her ne kadar yanlış gelirse gelsin onlara saygı duymayı.

Dünya üzerinde çok az insan var kendi hayatını yaşarken, başkasının yanlış yapabilme özgürlüğünü görebilen ve buna saygı duyabilen. Vefalı dost; senin yanlışlarını görüp sana fikir veren, ama bunu yaparken asla üzerinde otorite kurmaya çalışmayan, yanlışlarını görüp sana aktaran ama asla sorgulamayan, kötü zamanda bile sen istemeden yanında olan kişidir. Sana hırsız, sana katil, sana deli ve benzeri şeyler yakıştırıldığında da yanında olandır. Yoksa yanımda olduğun sürece yanındayım diyen kişi değil...
denilir ki;

Vefa, arkada bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamaktır..
Vefa, dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere, hayallere ihanet katmamaktır…
Vefa, sadece ‘has’ların vasfıdır! Nisyan yani unutmak ise ‘ham’ların...
Bedene tutsak olmuş hoyratların nasibi yoktur vefadan!

Ve öğrendik ki; sadece “gönlümüzün kitabında; bize bir defa selâm vereni kıyamete kadar unutmayız” düsturu kayıtlıdır diyenlere vefalı olunmalı!

Vefa dostluk ikiz kardeştirler ve onları sevgiyle beslemek gerek.

Çiçek sulandığı kadar güzeldir,
Deniz gözünün gördüğü kadar
Kuşlar uçabildiği kadar özgür,
Bebek ağladığı kadar bebektir.
Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin,
Bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin.
Vefalı olduğun kadar vefa görürsün.

Hoşça ve Dostça kalın.

Friday, April 23, 2010

HEP AYNI YERDE

- Bu gece yine rüyamda gördüm seni,
Yanımdaydın,
Sanki hiç gitmemiş gibi
Canım diyordun
Karım,diyordun kulağıma.
Uzun uzun sohbet ediyorduk
Sonra,
Nasıl oldu,uyandım bir anda.
Deli gibi aradım seni yanımda.
Ama,sen yoktun.
Göz yaşlarım,süzülürken gözlerimden,
Üzgün ve sensiz,
Balkona çıktım.
Gece sessiz,çıt yok,
Herkes uyuyor....
Ben ise,
Bu bitmeyen gecelerde,
Ve hep aynı yerde.
Gözlerim uzaklara dalıyor
Seni bekliyor,seni düşünüyorum.
Yıldızlar,mehtap,tanığım oldular.
Sanki bana, hep seni sordular.
Sonra,
Yaşlı gözlerime bakıp,bakıp da , sustular.
Sevdiğim
Bu hasret,bu özlem ne zaman bitecek?
Ne zaman,ne zaman,
Benim de gözlerimin içi gülecek?
Ve ,
Ne zaman rüyalarım gerçek olacak?
Ve kalbim,
Ne zaman mutluluktan çarpacak?
Rüyada olsa,gel arada
Bekliyor,özlüyorum seni.
Yokluğuna dayanamıyorum bilki.
Öylesine,
Öylesine,delice sevmişim ki seni,
Bu hasretlik ,sensizlik,
İnan ,inan bir tanem,
İnan ki, öldürecek beni.

ŞİMDİ BENMİYİM KABRİNE GÜLLER KOYAN

Ömür dedikleri nedir,nedir ki?
Bir varmış,bir yokmuş gibi.
Ve de,
O veda saatini kim ,bilebilir ki?
Bazen güler,bazen de ağlarsın.
Düşün ki,
Sen,hayatta sadece bir yapraksın
Kimi zaman yeşil,
Kimi zaman sararmış,
Belki de , henüz ilk baharında,
Bir bakmışsın ki,
Bir yel almış,
Salmış o meçhul diyarlara.
O diyar ki dönüşü olmayan,
O diyar ki ,gideni salmayan
O diyar ki bağrına basan,
Ve,
O diyar ki,kara toprak yapan
Şimdi,sen misin,
Baş ucumda ağlayan?
Sen misin kabrime güller koyan?
Sen misin ,
Şimdi nadim olan?
Üzülme,ben çok rahatım inan....
Git.
Git.Ağlamanı istemem...
Artık,
İstesem de geri dönemem.
Bilirsin,bebeğim, ağlamana dayanamam,
Ben sana, sana hiç kıyamam.
Canım benim...
Bak, yağmur başladı ıslanacaksın.
Bırak beni burada da ağlatacaksın.
Sana hiç kırgın değilim,
Ne yapalım,
Bu, işte bu benim kaderim.
Bak şu aleme,
Dünya dönüyor,
Hayat yine akıp gidiyor.
Sen mutlu ol da, ben bileyim.
Burada, burada olsun güleyim.
Bu diyar ki, dönüşü olmayan,
Bu diyar ki, geleni salmayan,
Bu diyar ki, bağrına basan,
Bu diyar ki, kara toprak yapan...

KORKUYORUM SENSİZLİKTEN

Gelecekte ne olacak
Ben yine ben mi kalıcam
Yoksa değişecekmi hayatım
Korkuyorum,hayatın zorluğundan

Gel tut elimi sevdiğim
Eskisi qbi sarıl bana yine
Okşa saçlarımı şevkatli ellerinle
Gel tut elimi sevdiğim....

SENSİZ GEÇTİ YİNE BİR GÜN

Hâlâ bekliyorum seni gelecek umuduyla
Sana yazdığım şiirlerde kavuşuyorum her gece
Mutluluğumu şiirlerde yazıyor ve de oynuyorum
Yetmiyor artık kendimi avutmak ve kandırmak

Bir takvim yaprağıyla acıyor artık içim
Her gün sökülen yüreğim den bir parça sanki
Gün ve gün eksiliyor tamamladığın yanım
Hayalin her gece karşım da ama ben yapayalnızım

Thursday, March 04, 2010

YALNIZLIĞIM SENİ ÖZLÜYOR

İnsan sadece yaşayınca anlıyor bir şeyleri. Zor gibi görünen şeyler, gerçek oluyor hayatın içinde. Yürek yalnızlıktan korkuyor. Yürek yalnızlığa alışmak istemiyor belki de. Ama gün gibi doğunca sevgi denen o sınırsız şey güneş yerine, bambaşka oluyor herşey… Tek yürekte iki kalp atıyor çünkü o zaman. Tek yürekte koca bir sevgi yaşanıyor, sevince…
Masmavi bir gökyüzü oluyor her şey. Sen, kanatlarını takıyorsun bembeyaz. Mavi ışık saçan gözlerle, uçsuz maviler de geziniyorsun, hiç korkmadan. Hiç bir gökyüzüne sığmayan sevginden güç alarak.

Hayatın bir yerinde, tüm renklerden uzak, dünden ayrı, yarına gönüllü yaşıyorsun o zaman.
Bembeyaz kanatlar, sevgiye uçuyor, sevgiyle süzülüyor gök mavi de. Gök maviler dar geliyor, bembeyaz kanatlı sevgi kuşuna.

Bir solukluk hayat ta, sonsuz soluklar olur mu? Sonsuz soluklar, yaşamı sonsuza götürür mü? Yaşama sevgi damlacıkları düşerse, sozsuz mavi de beyaz kanatlar ıslanır mı?
Ya, bilmiyorum… Islansa ne yazar? Sırılsıklam olmak ister insan. Hayat sonsuz olsaydı sevgi kadar, sevgiler bu kadar büyük yaşanmazdı belki de. Islanmak var sırılsıklam, ıslanmak işte.
Gözü kara, delicesine, hiç üşümeden ıslanmak.

Yüreğinde beyaz kanatlarıyla, mavi gökte yorulmadan süzülerek, severek, sevmeyi bilerek, hiç anlamaya çalışmadan, sadece doyasıya yaşayarak hem de.
Seni seviyorum BEBEĞİM.
Beyaz kanatlarım sadece sana uçuyor, sadece sen varsın benim o kutsal, mavi, sonsuz göğümde.

GÜN BATIMINDA BAŞLAR YALNIZLIK

Günbatımında başlar özlemler. El ayak çekilmeye başlayınca bu yalancı kentten, kalırsın baş başa bir sen, bir yalnızlığın, birde özlemlerin… Ellerin üşümeye başlar yoksa sevgilin yanında… En büyük özlem de onadır ya Kendini hep yarım hep eksik hissedersin. Duvarlar üstüne gelir Onun yokluğunda. Yaktığın sigara bile senin gibidir biraz acı biraz kederli yanar.

Sonra bir şarkı tutturursun yada geliverir aklına. Söylersin ama O duymaz, istersin gelmez. Özlersin onu. Sonra bir bakmışsın iki damla yaş akmış yanaklarından ona doğru. Süzülürken yaşlar yanağından dudaklarına, öper de yollarsın o yaşları Ona. Özlemişsindir.

Sonra ardından bir sigara daha yakarsın sonra bir tane daha bir tane daha... Baktın olmuyor, bulamıyorsun bir çare atarsın kendini yatağa uyuyup kurtulmak için bu özlem acısından… Önceleri acı zannedersin ama, sonra anlarsın ki o senin sevginin ateşi, sevginde onun oksijeni. Ama bilemezsin ki her şey daha ağır daha acı olacaktır şimdi.

Kapatırsın ışığı girersin yatağa… Bir de bakmışsın bedenin yalnız, bedenin buz gibi. Ararsın beklersin bir dokunuş, bir sarılış… Uyurken duymak istersin o sıcak nefesin verdiği huzuru ama, sende bilirsin ki sağın karanlık solun karanlık. Hani alışmıştır kulakların duymak ister iyi geceler sözünü, küçücük masum bir öpücük istersin… Yalnızsın ne duyarsın ne hissedersin.

Bir serseri mayınsındır artık… İçin özlem yüklü yüreğinde bir derin yara beklersin uykuyu bir sağa bir sola dönüp. Dedim ya yalnızsın ne uykun gelir ne sızısı diner gönlünün. Uyumak için kapatırsın gözlerini gözünün önüne mutlu anlar gelir, gülümser sana. O tebessüm ettikçe senin yüzün asılır. Sonra haykırmak istersin içinden ama, olmaz. Sonra bir küfür sallarsın yalnızlığına bir isyan edersin özlemine. Kızıp durursun sonra uyuya kalırsın… Sabah kalktığında geceden kalma hüznün hala damarlarında dolaştığını hissedersin… Sonra iş güç derken uzaklaşıverir damarlarında dolaşan bu serseri hüzün… Rahatlarsın.

Ama unutmuşsundur ki, gün batımında başlar özlemler...

SENSİZLİĞİN ARDINDAN

Gittin gideli ilk kez bu gece, buradayken yaşadığın evin önünden geçiyorum tıpkı senin bana geldiğin gibi bu kez ben sana geliyormuşçasına… Evin tüm ışıkları yanıyor, hafif aralık kalmış perdenin aralığından içeriye sızmaya çalışan gözlerim, yokluğunu bile bile seni arıyor… Sonrasında balkona yöneliyor bakışlarım; kapıyı açıp, balkon demirlerine yaslanarak, yüzünden eksilmeyen ve her yanımı aydınlatan o sıcacık gülümsemenle;

“yukarı çıksana, bir bardak çay içelim”

diyen sesinle hayal ediyorum seni, sızlayan yüreğim ve ümidi kırık dökük olmuş bakışlarımla… Bana geldiğin yollarda kalan ayak izlerinin izlerini takip ederek yürüyorum, bu kez senin aksine ben sana geliyormuçasına…

Geri dönüşte aynı yolu kullanmak istemiyorum, yokluğunda seni burada yaşamanın daha fazla canımı acıtmasını istemediğimden... Oysa yüreğim, belki ayak izlerinin izleri kalmış olan bu sokaktan ısrarla tekrar geçmek istiyor bu gece, ben istemesem de… Ve bu cümleleri şu an tekrar evinin önünden pencerenin ışığına bakarak geçerken yazıyorum, bu kez aralık kalan perde kapanmış sadece ışık görülüyor artık hayal etmiyorum az önce hayal ettiklerimi görememiş olmanın kırgınlığından… Şu an yine bu evden, bu sokaktan uzaklaşırken bir kez daha arkama dönüp bakıyorum; pencerendeki ışığa, artık senin yerine başkalarının yaşadığı bu eve… İçimi aydınlatacağı yerde yüreğimi en derin karanlıklara gömüyor bu ışık…
İşte son kez bu duygularla bakıyorum bir zamanlar senin yaşadığın, tüm izlerini bırakıp gittiğin bu yerlere… Beni artık hiçbir zaman çaya davet edemeyeceğini bilmenin acısıyla…
Sonrasında etrafımda havlayan başıboş sokak köpekleri korkutuyor beni tıpkı bana gelirken kim bilir kaç kez seni korkuttukları gibi…Sahiden de çok korkuyorum ama bu kez köpeklerden değil;



Uzaklığından...

Sensizliğimden...

Ve zamanla daha da artan özleminden korkuyorum

Saturday, July 18, 2009

HUZURA AÇILAN KAPI